Okuyucuyu çaresiz bırakan yazar: Kobo Abe

Daha çok varoluşçu olarak bilinen ve hayatın yaşanamayacak kadar ‘kötü’ olduğunu düşünen Albert Camus yaşamaya dair düşüncelerine absürdizm (saçmalık) ile açıklık getirir. Camus hayatın kötü olduğu düşüncesi üzerinden “yaşamaya değmeyecek bu dünyada insanların neden intihar etmediklerini” sorar ve sorusunu “yaşamanın verdiği tarif edilmez şevk” olarak yanıtlar. Hayatın tüm saçmalığına karşın intiharın bir kolaycılık ve kaçış olduğunu söyleyen Camus intihar etmektense hayatı anlamaya çalışmanın asıl yapılması gereken olduğunu belirtir. Söz konusu soru ‘insan neden intihar eder’ şeklinde de sorulabilir elbette. Yaşamanın -belki de ümidin- vereceği şevk kalmaması dışında muhtemel başka sebepler de bulunabilir. Nitekim Sartre, Camus’nün tam tersi bir düşünce ortaya atarak intiharı olumlamış, Durkheim intihardan bireyi değil toplumu sorumlu tutarak meseleyi bambaşka bir boyuta taşımıştır. Kanguru Defteri’ni okurken kendiliğinden oluşan absürtlük kavramı son cümleyi okuduğumda Albert Camus’nün arayışını aşan bir şekilde noktalandı diyebilirim. Zira kitap kendine has bir hikâyeye ve sonuca sahip.

Kobo Abe (1924-1993) her defasında şaşırtmayı başarıyor. Monokl Yayınları’ndan çıkan yüz doksan sekiz sayfalık Kanguru Defteri adlı eseri Aydın Özbek Türkçeye çevirmiş. İlk sayfalarda merakla okunmaya başlanan hikâye, fantastik edebiyat sevmeyenleri veya Kobo Abe’yi tanımayanları bir yerden sonra yorabilir hatta daha da ileri giderek sıkabilir. Çünkü yazar bu eserinde fantastik bir anlatıma yer vermiş! Ya da son sayfasına kadar öyle zannediyorsunuz.

Hikâyenin nerede kopacağını bekleyerek okuyan okur yine bir Kobo Abe klasiğiyle karşılaşarak son sayfaya kadar o kopuşa tanık olamıyor. Dolayısıyla kitap bitinceye kadar okuyucuda net bir fikir oluşmuyor. Fakat bitiş cümlesiyle beraber deyim yerindeyse insan aydınlanıyor. Kitap boyunca kafa kurcalayan, akla yatmayan, saçma bulunan ne varsa birden ahenkli biçimde anlamlı hale geliyor. Camus’yü aklıma getiren de sanırım okuduğum o kadar absürtlüktü. Ya da fantazya…

Zorlayıcı bir hikâyeye sahip olan Kanguru Defteri, kurgu açısından oldukça etkileyici ve yazarın Türkçeye çevrilen diğer eserleri kadar da başarılı. Kobo Abe anlatımına tedirgin edici bir giriş yapıyor. Ne olduğunu anlamadan hikâyenin içinde buluyorsunuz kendinizi. Bir şirkette çalışan kahramanımız yaşadığı modern hayatın sıkıntılarını hissettiriyor. Zaten gerçeklikle kurulan ilişki bu kadar ve normal şartlarda hissederek anlayabildiğiniz durum da bundan ibaret oluyor. Sayfalar ilerledikçe baştan beri kısıtlı olan normallik ortadan kaybolarak hikâye bir bilinmezliğin içine akıyor. Bu akış hikâyeyle birlikte o bilinmezliğe savrulan okur için karar verme anı oluyor. Zira ‘fantastik’ olaylar içinde gelişen hikâye hem anlamsız hem de amaçsız gelebiliyor. Buna rağmen okumaya devam edenleri hüzünle karışık şaşırtıcı bir son bekliyor.

Hikâyenin hemen başında kitabın başkarakterinin dizlerinde beliren turp filizleri meraklı bir korkuya neden oluyor. Bunun mantarın yol açtığı bir deri ‘hastalığı’ olduğunu düşünen kahramanımız doktora görünmek istemesiyle fantastik olaylar başlıyor. Okuma ilerledikçe kahramanımızın ilerleyen hastalığı oranında fantastik anlatım da yoğunlaşıyor. Gittiği klinikte müdahale ediliyor ve özel tasarlanmış bir yatakla tedavi için bir kaplıcaya gönderiliyor. Kahramanımızın tek başına çıktığı bu yolculuk sırasında karşılaştığı olaylar kendi gerçekliğinde ve onun ağzıyla anlatılıyor. Sanırım bir ek olarak şunu da belirtmek gerekiyor. Eserde fantastik olarak ele alınabilecek anlatımın kendine has bir özelliği var. Gerçek ile gerçeküstü arasında gidip gelen bu özelliği tümüyle fantezi olarak nitelendirmek de doğru olmayabilir. Bu durum en çok kitap bittiğinde anlaşılıyor.

Açıkçası kitaba dair bir kesit sunmak ya da temel bir çıkarım yapmak zor. İçerik ne kadar detaylı ve karmaşıksa sonuç o kadar net. İlk cümlesinden son cümlesine kadar bir bütünlük arz eden hikâye tamamen okunduğunda gerçek anlamını kazanıyor. İşin ilginci ortaya çıkabilecek bir tek anlam dışında herhangi bir anlam da oluşmuyor. Bir Kobo Abe klasiği olarak kurguda ileriyi ya da hikâyenin sonucunu göremiyor ve/veya tahminde bulunamıyorsunuz. Yazar, ne anlattığının anlaşılabilmesi için kitabın tamamını okumak zorunda bırakıyor okuru. Örneğin sıkılan ve bir yerde okumayı bırakan bir okuyucu için bütün hikâye dizlerinde turp filizi beliren bir adam ve onun absürt maceralarından ibaret olacaktır. Oysa kitabın tamamı okunup bitirildiğinde karşılaşılan durum bundan çok daha fazlasını içeriyor. Kobo Abe’nin sadece karamsar olarak nitelemenin eksik kalacağı kendine has, düşünceyi tahrik edici üslubu bu kitapta da fazlasıyla görülüyor. Bu arada, Kobo Abe hayranlarına Monokl Yayınları 2018 yılı için listesinde iki Kobo Abe kitabı bulunduğu haberini vermiş bulunuyor. Sabırsızlıkla bekliyoruz.

Mevlüt Altıntop
twitter.com/mvlt_ltntp

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder